Sinema, bir eğlence aracı olarak görülse de, aslında toplumsal yapıda meydana gelen değişimleri kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak yansıtan kritik bir yapıya sahiptir. Nitekim 1960’dan sonra meydana gelen hızlı değişimler, Türk sinemasında yeni bir anlatı türünün ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.
Yeni bir anlatı türü olan toplumsal gerçekçilik kavramını Türk sineması bağlamında değerlendirmeden önce toplumsal gerçekçilik ya da bir başka deyişle toplumcu gerçekçilik kavramına kısaca bir göz atmak, faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
Toplumsal gerçekçilik nedir?
Kullanıcıları tarafından ortaklaşa olarak birçok dilde hazırlanan internet ansiklopedisi Vikipedi’ye göre toplumsal gerçekçilik kavramı şöyle açıklanıyor:
Toplumsal gerçeklik, Marksist ideolojinin sanatçıya ve doğal olarak da onun yaratısına yansımasıdır. Toplumsal gerçeklik, sanatçıyı toplumsal bir varlık olarak görür. Sanatçının fiziksel ve düşünsel her türlü gelişimi tarihsel bir süreç içinde gelişmiştir. Bu nedenle sanatçı toplumsal bir varlık, onun sanatsal ürünü de toplumsal yaratıdır. Bu sanat akımının özünde “Sanat toplum içindir.” anlayışı vardır. Her sanatçı, bilincini ve yaratısını şekillendiren çağına karşı toplumsal bir sorumluluğa sahiptir. Bu sorumluluk sanatçıyı toplumsal olaylara ve çağına karşı aktif kılar. Sanatçı toplumsal eşitsizlikleri ve sömürüyü görerek, kendi bilincinde estetize eder. Ve sanatsal bir yaratı biçiminde topluma sunar. Toplumsal gerçeklik, sanatı ve onun eserini tarihsel bir sürecin ürünü olarak görür.
Bu bağlamda, öncelikle dönemin içinde bulunduğu şartlara bakmak, Türk sinemasında toplumsal gerçekçilik kavramını anlayabilmek adına kolaylık sağlayacaktır.
Toplumsal gerçekçilik nasıl ortaya çıktı?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk askerî darbe 27 Mayıs 1960 tarihinde, emir komuta zinciri içinde değil, aksine 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilerek Demokrat Parti iktidarının düşürülmesiyle gerçekleştirilmiştir.
27 Mayıs 1960 Askeri darbesinin getirdiği en önemli sonuçlardan biri ise 1961 Anayasası olmuştur. 1960 Askeri darbesinden sonra hazırlanarak 9 Temmuz 1961’de kabul edilen 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmıştır.
Tam da bu dönemde, yani 1960’dan sonra Türkiye’de toplumsal değişim, en yoğun ve en hızlı şekilde yaşanmıştır. Yine bu dönem sinemanın kendi dilini oluşturmaya başladığı, geliştiği yıllar olma özelliğini taşımıştır.
27 Mayıs 1960 günü Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askeri darbesi olarak kayıtlara geçen 27 Mayıs Müdahalesinin 1961 anayasasına yüklediği roller ise toplumsal dönüşümlere yol açmış; sinema da bu dönüşümlerden payını alarak toplumsal gerçekçi filmler üretmeye başlamıştır.
Aynı zamanda, Dünyadaki gelişmelere de paralel olarak sanayileşen Türkiye, kapitalizmin ağına takılmış ve buna bağlı olarak işçi sınıfı, haklarını aramaya başlamıştır. Bu hak arayışı Türk sinemasına da konu olmuş ve bu dönemde toplumsal gerçekleri yansıtan filmler çekilmeye başlanmış ve toplumsal gerçekçilik kavramı ortaya çıkmıştır.
Türk sineması, kavuştuğu bu yeni akım ile alışılagelen Yeşilçam anlatısından sıyrılarak, zamanın toplumsal yapısını olabildiğince objektif biçimde ele alan filmler ortaya koymaya başlamıştır. Bu tür toplumsal gerçekçi filmlerden iki tanesini ele alacak olursak; bunlardan birisi 1964 yapımı Hızlı Yaşayanlar diğeri ise 1984 yapımı Bir Yudum Sevgi filmleridir.
Hızlı Yaşayanlar (1964)
Yönetmenliğini Nevzat Pesen’in üstlendiği 1964 yapımı olan Hızlı Yaşayanlar filmi, sadece İstanbul’da basılabilen gazetelerin kıyasıya bir rekabet içinde diğer illere taşınmasını ve filmde Mustafa Dayı rolünü canlandıran Asım Nipton’un “Şimdi, hepsini toplasan bir mezarlık olur.” dediği kazalarda ölen kamyon şoförlerinin hikâyesini anlatıyor.
Filmin kahramanlarından Orhan (Ayhan Işık), Yeni Sabah gazetesinde gördüğü ilan üzerine, gazete taşıyan kamyonlarda şoförlük yapmak için iş başvurusunda bulunur. Yeni Sabah gazetesinin müdürü “Bu işte para çok, fakat her an kelle koltukta gideceksin” der. “Biliyorum, ama ölümü düşünecek vaktim olmayacak galiba” diye yanıtlar Orhan ve diyalog şöyle devam eder:
Müdür Bey: “Gazeteleri yükleyip beş saatte Ankara’da olacaksın. Başka gazete arabaları seni geçerlerse önce parandan kesilir, sonra da işinden olursun.”
Orhan: “Bir anam bir de hasta kardeşim var. Taksicilikte bakamadım onlara. Peki, beş saatten evvel gidene prim var mı?”
Müdür Bey: “Hayır, ölmenizi değil yaşamanızı istiyoruz, ama biraz hızlı yaşamanızı.”
Filmde sabahın ilk ışıklarında gazete satacak olan çocuklar ve büyüklerden oluşan bir grup, gazete kamyonlarını bekliyor; gazeteleri aldıktan sonra sokaklara dağılıyorlar ve bağırarak gazetelerini satıyorlar. Geç kalan gazete kamyonlarının gazeteleri ise ellerinde kalıyor. Bu sebeple işverenlerin kamyon şoförlerine yaptıkları baskılar sonucunda şoförler arasında kıyasıya bir rekabet söz konusu oluyor ve bu acımasız rekabetin altında ise “Geç kalırsan gazetelerin elinde kalır, sen de işsiz kalırsın” kuralı yatıyordu.
1950’li yıllarda Adnan Menderes hükümetiyle beraber sosyal ve ekonomik anlamda görülen değişiklikler, haliyle sosyal ve ekonomik yapıyı etkilemiş; ekonominin büyümesiyle beraber köyden kente göç hızlanmıştır. Bu bağlamda kentlerin hızla büyümesi ile gecekondulaşma süreci, sosyal statü farklarının ortaya çıkmasıyla da işçi ve zengin sınıfının çatışma süreci izlenmiştir.
Yönetmen Nevzat Pesen de 1964 yapımı olan Hızlı Yaşayanlar filmi ile dönem içindeki sosyal ve ekonomik anlamda görülen söz konusu değişikleri titizlikle işleyerek beyazperdeye taşımıştır.
Bir Yudum Sevgi (1984)
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın üstlendiği 1984 yapımı olan Bir Yudum Sevgi filmi gecekondu ve fabrika çevresinde geçiyor. İşsiz ve pısırık kocasının yardımını görmeden dört çocuğunu büyütmeye çalışan Hale Soygazi’nin canlandırmış olduğu Aygül karakteri, mutsuz bir kadındır. Çocukları ile işsiz kocası arasında bunalıp kalan Aygül, kocasını nihayet terk eder ve günün birinde fabrika işçisi olan Kadir İnanır’ın canlandırmış olduğu Cemal ile tanışır. Cinsel tatmin de dâhil olmak üzere kocasında bulamadıklarını evli, ama eşiyle anlaşamayan Cemal’de bulur. İkisinin ilişkisi gecekondu mahallesinde olay yaratsa da, özgürlüğü, mutluluğu ve yaşama hakkı için mücadele eden Aygül, sonunda Cemal ile evlenir.
Atıf Yılmaz hemen hemen bütün filmlerinde ataerkil düzene, cinsel tavize ve toplumun değer yargılarına yenik düşmüş kadınlara vurgu yapmaktadır. Bir Yudum Sevgi filmi, alışılagelmiş kadın karakterlerin aksine isteklerini çekinmeden dışa vurabilen, ilgisizliğe karşı tepki koyabilen ve korkularıyla savaşabilen kadın kahraman üzerinde yoğunlaşır.
Atıf Yılmaz bu filminde kadın erkek ilişkilerinin yanı sıra gecekondu kadınını da çok iyi anlatmıştır. Aygül’ün hiçbir işe yaramayan, evine bakmayan kocasına isyan ederek mevcut ataerkil düzene kafa tuttuğunu ve bağımsızlığının peşine düştüğünü göstermiştir.
Bir Yudum Sevgi, kadının ekonomik özgürlüğü ile gerçek özgürlüğü arasındaki güçlü bağa da dikkat çekmektedir. Kadının ayaklarının yere nasıl basacağı, bazı seçimleri nasıl yapabileceği ya da yapması gerektiği, gecekondu yaşantısı içinde abartmadan verilmiştir.
Sonuç olarak, yönetmen Atıf Yılmaz, Aygül karakteri üzerinden bazen kadın olmanın dramını, bazen kadının verdiği ekonomik savaşı, bazen de cinsel arzuları işlemiştir. Aygül, o güne dek Türk kadınının boyun eğdiği ataerkil düzene karşı çıkabilme cesaretini göstermiştir. Bu cesaret ise yüzyıllardır ötekileştirilen kadının bastırılmış, üstü örtülmüş ekonomik ve cinsel özgürlüklerinin su yüzüne çıkabilmesini sağlamıştır.
Sonuç
1960’a dek Türk sinemasında değinilmeyen göç ve gecekondulaşma, grev ve sendikalaşma, işçi sorunları, kadının toplum hayatındaki yeri ve önemi gibi başlıklar toplumsal gerçekçilik kavramı ile birlikte Yeşilçam’ın konuları arasına girmiştir. Hızlı Yaşayanlar ve Bir Yudum Sevgi filmleri ise toplumsal gerçekçi sinema bağlamında değerlendirilmesi, izlenmesi ve kesinlikle atlanılmaması gereken yapımlardandır.