Otokritik sinemasıyla izleyiciyi düşünmeye yönlendiren Andrei Tarkovsky sıra dışı estetik ve yavaş tempolu anlatımlarıyla dikkat çekiyor.
Andrey Arsenyeviç Tarkovsky 4 Nisan 1932’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde doğdu. Babası ünlü şair Arseniy Tarkovsky, annesi ise Maria Vishnyakova’dır. Babası Tarkovsky daha çok küçük yaştayken ailesini terk ediyor. Tarkovsky hayatına bir odanın içinde yaşayan anneannesinin evinde devam etmek zorunda kalıyor. Tarkovsky’nin çocukluğu böyle travmatik olaylara tanık olduğu için ilerleyen yaşlarda hem sosyal hayatı hem de evlilik hayatı sorunlarla devam ediyor. Ama o, bu hayatının neredeyse her unsurundan faydalanıp yaşantısının büyük bir kısmını sinemasına yansıtmayı amaçlıyor. Üstelik başarılı da oluyor. Otoriteler tarafından kabul görüp adını sinema tarihine yazdırıyor. Hem de çekmiş olduğu az sayıda film ile…
Yazımın başlığı olan ‘Otokritik’ kelimesinin sebebi de tam olarak Tarkovsky’nin hayatının sineması ile fazlaca iç içe olmasından dolaydır. Bu durum her sanat dalında karşımıza çıkan bir unsur; her sanatçı her eserinde kendine ait birtakım unsurlara yer verir. Ne kadar ayrı tutmaya çalışsa da sanat kişiye özel olduğu için kişisel bazı unsurlarla karşılaşmamak çok olası değildir. Tarkovsky ise bütün bunlardan ayrı olarak direkt olarak onun hayatını, yaşantısını, geçmişini, hissettiklerini kısaca onu Tarkovsky yapan şeyleri elinden geldiği kadar seyirciye aktarmayı amaçlar filmlerinde. 29 Aralık 1986’da 54 yaşındayken yaşamını yitiren Tarkovski, Glasnost öncesi kuşağın en iyi yönetmeni olarak kabul ediliyor.
VGIK Sovyet Film Okulu’na girmeden önce müzik ve Arapça eğitimi aldı. VGIK’te saygın yönetmen Mikhail Romm’un öğrencisi oldu. Romm öğrencilerini bireysel yeteneklerini geliştirmek yolunda teşvik eden bir hocaydı. Sanatın diğer alanlarına da merakı ve ilgisi olan Tarkovsky hayatının bir döneminde oyunculuk ve yazarlık da yapmıştır.
Andrei Tarkovsky kariyeri
Tarkovsky okul yıllarında bazı kısa metraj filmlere imza atmıştır. Ancak ona uluslararası alanda tanınırlık ve başarı getiren eseri 1962 yılında ilk uzun metraj filmi olan İvan’ın Çocukluğu (1962) filmdir. II. Dünya Savaşı yıllarında on iki yaşında bir casusun hikâyesini anlatan bu film Venedik film festivalinden büyük ödül alır.
- İvan’ın Çocukluğu (1962)
- Andrei Rublev (1966)
- Solaris (1972)
- Ayna (1975)
- İz Sürücü (1979)
- Nostalji (1983)
- Kurban (1986)
Ek olarak Tarkovsky Voyage in Time adlı belgesel filminde Tonino Guerra ile birlikte hem senaristlik hem de yönetmenlik yapmıştır. Bu belgesel film, Tarkovsky’nin Nostalji filminin yapım aşamasını ve hazırlık kısmını anlatır.
Andrei Tarkovsky sinema kariyerine başarılı bir şekilde başlamış olsa da devamını getirmekte zorlanmıştır. Yaşamış olduğu ülkenin sinema şartları onun önünde büyük engeller oluşturmuştur.
Filmlerine birçok kez yasak getirilmiş, çalışmış olduğu film stüdyosu Mosfilm Tarkovsky’nin filmlerini çoğaltmamıştır. Tarkovsky de bir sanatçı ve bir sinemacı olarak politikadan nasibini fazlasıyla almıştır. Sovyet yönetimi Tarkovsky’den ülkeyi ve rejimi öven filmler yapmasını istese de yönetmen bunlara boyun eğmemiş, hayatının her alanında olduğu gibi burada da inatçılığını göstermiştir.
Tarkovsky bu engellemelerle sadece ülkesinde değil, en çok başarı kazanmak istediği Cannes Film Festivali’nde de karşılaşmıştır. Rus kimliğinden dolayı böyle bir ön yargıya sahip olan Avrupa’nın bu tutumu Tarkovsky’nin ödül almasına engel olamamıştır. Andrei Rublev filmi festivalin son günü sabah saat 04.00’de gösterilmesine rağmen ödül almayı başarmıştır.
Andrei Tarkovsky sinemasında aidiyet duygusu
Tarkovsky ile tanıştıktan sonra beni en çok düşündüren ve kafa yorduğum durum onun aidiyet duygusuydu. Şöyle açacak olursak; çocukluk yıllarında terk edip gitmiş ya da gitmek zorunda kalmış bir baba diyelim. Belki birçok çocuk, özellikle de o yaşlarda olan bir çocuk, babasız büyümüş olmanın verdiği bir öfke ile karşı cephe alıp babaya karşı bir tavır alırdı ama Tarkovsky’nin gerek filmlerinde gerekse verdiği röportajlarda babasına karşı olumsuz bir tavrına pek rastlanmıyor. Üstelik birçok filminde babasına hayranlık duygusu barındıran unsurlara yer verip, ünlü şairin şiirlerini filmlerine dahil ediyor.
Bir diğer garip olay ise Tarkovsky’nin aidiyet duygusundan mıdır yoksa milliyetçilik duygusundan mıdır bilmem, ama ülkesi tarafından daha kariyerinin en başında sansüre uğrayan bir yönetmen, neredeyse sinema hayatı bitirilmeye çalışılmış bir yönetmen, ülkesini hiçbir yerde kötülemiyor. Rusya’dan ayrılmayı çok istememesine rağmen mecbur kaldığı için son iki filmini başka bir ülkede çekiyor. Hatta ve hatta Cannes Film Festivali’nde büyük ödül alamamasının sebebinin Rus olmasından kaynaklı olduğunu söylese bile hayatı boyunca ülkesine karşıt bir duruş sergilemiyor.
Bu iki durum da benim Tarkovsky ile tanıştığımdan bu yana ilgimi çekmiştir. Belki ülkesine olan bağlılığı onun milliyetçilik duygularının yoğun olmasından dolayı olabilir, ama babasına olan düşkünlüğünün sebebini Psikanalitik bir okuma yaparak bulabiliriz.
Kısaca özetleyecek olursak daha çok yaşlarda olmasına rağmen babasını bir kahraman olarak gören bir küçük Tarkovsky ile karşılaşıyoruz. Hatta ve hatta babasının savaşa gitmesinden dolayı onu terk ettiğini düşünen bir çocuk, bu milli duygulardan dolayı tepki koymamış olabilir. Tarkovsky’nin filmlerinde babasının sesini kendi yazdığı şiirlerden dinlerken onu tanrısal bir boyuta çıkardığını da görebiliriz.