Bu filmle olan ilişkim diğer tüm filmlerden farklı, 8 Mayıs 2012’de aramızdan ayrılan Seyfi Teoman’ın yönetmenliğini yaptığı son film olan Bizim Büyük Çaresizliğimiz, benim için en özel filmlerden biridir.
Film, Yönetmen Seyfi Teoman’ın aramızdan ayrılışının 7.yıl dönümünde (8 Mayıs) 7 farklı sinemada tekrar gösterildi. Ben Ankara Büyülü Fener Sineması’ndaki gösterime katıldım. Filmle olan bağımdan kısacık bahsettikten sonra film ile ilgili tüm güzel detayları anlatacağım.
Film 2011 yılı Eskişehir Film Festivali‘nde gösterime girmiş, fakat ben sıkı bir festival takipçisi olmama rağmen bu film gözümden kaçmış. 2012 ya da 2013 yılının başlarında bir anda aklıma gelmesiyle, kaldığım yurtta izlemeye başladım. Film bittiğinde, bambaşka duygular içindeydim.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2011)
Yazar Barış Bıçakçı’nın aynı adlı eserinden esinlenilerek beyazperdeye uyarlanmış bir filmdir, Bizim Büyük Çaresizliğimiz. Ben genelde edebiyat uyarlamalarına çok sıcak bakamıyorum, fakat bu filmden aldığım tat çok farklı. Farklıdan kastım, film kitaba dair bir ek gibi, yani tamamı film olmamış. Hikâyesi de aslında buna çok uygun.
Çocukluklarından beri birlikte yaşamanın hayalini kuran Ender (Fatih Al) ve Çetin (İlker Aksum)’in hayatı, Nihal (Güneş Sayın)’in onların evine taşınmasıyla bambaşka bir hal alacaktır.
Her şey Ender ve Çetin’in lise arkadaşları Fikret’in ailesiyle geçirdiği trafik kazası ardından cenaze evindeki diyaloglarla başlıyor. Fikret, kız kardeşinin Ankara’da tek başına kalacağından dolayı tedirgin olduğu bu konuyu en yakın iki arkadaşına açıyor ve Nihal, Ender ve Çetin’in evine taşınıyor. İşte film boyunca harika Ankara manzaraları ve bu üçlünün hayatını izliyoruz.
Nihal’in yas ve ardından hayata karışma süreci daha çok Ender ve Çetin’in gözünden anlatılmış. Ender ve Çetin orta yaşlarda olmalarına rağmen Nihal’in tabiriyle “baba” gibi davranmaya ve onun için endişelenmeye başlıyorlar.
Filmde Çetin karakteri daha ön planda görünüyor. Çetin’in tüm gün evde olup, çeviriler yapması, Nihal ile daha da yakınlaşmasına neden oluyor. Aralarında geçen diyaloglar gittikçe derinleşiyor. Konuşmalar derinleştikçe Çetin Nihal’e karşı daha yoğun duygular hissetmeye başlıyor. Ender ve Nihal’in ilişkisi çok ayrıntılı işlenmemiş olsa da, Nihal’in Ender araba kullanırken eline dokunması ve Ender’in bunun üzerine davranışlarını değiştirmesi, örneğin Çetin’i arayıp “artık ayakta işemeyelim” demesi bile Ender’in iç dünyasında Nihal’i bir kadın olarak görmeye başladığının bir işareti.
Kırılma noktası ve hayaller
Aslında filmin kırılma noktası Nihal’in tatile Almanya’ya gitmesiyle başlıyor. Ender ve Çetin birlikte tatile çıkıyor, bu tatilde hayallerinden biri olan, aynı kıza âşık olmayı başardıklarını fark ediyorlar, tüm tatil tabiri caizse Nihal’in hayaletiyle geçiyor.
Ankara’ya döndüklerinde, onları daha cesur bir Nihal bekliyor. Nihal adeta kendisine âşık olan bu iki adamı fark etmiş ve onların bu duygularını manipüle etmeye başlıyor. En azından ben öyle düşündüm filmi izlerken.
Çetin ve Ender, Nihal’in abisine verdikleri söze karşılık daha dikkatli davranmaya başlıyorlar. Duygularını saklamaları Nihal’in eve gelmemeye başlamasıyla neden oluyor. Daha çok arkadaşları ve sevgilisiyle zaman geçiren Nihal’i kötü bir sürpriz bekliyor. Bu kötü durumda da yine Ender ve Çetinden yardım istemesi tüm huzurlarını kaçırıyor.
Oyuncu seçimi hakkında
Filmin cast (oyuncu) seçiminin harika olduğunu düşünüyorum. Özellikle Fatih Al ve İlker Aksum’un oyunculukları filmi bambaşka bir noktaya taşımış. Bu konuda onları ve cast direktörünü tebrik etmek gerekir.
Ender rolünün daha tipik bir Türk erkeği gibi tanımlanmasının yanı sıra Çetin karakteri daha entelektüel ve narin resmedilmiş. Tabii bu ikilinin yıllar boyu kopmayan ve eskimeyen dostlukları onların ortak yönlerini ortaya çıkarıyor. Mesela aralarda ve tatilde dertleşmeleri ve naiflikleri toplumun erkeklere atadığı sert ve kırılmaz tavırlarından sıyrılmış ve daha derinlikli karakterler olduklarını ortaya çıkarıyor.
Nihal karakterine gelirsek, yaşadıklarından bağımsız olarak gördüğümüzde bile narin ve korunmaya ihtiyacı olan bir portre çiziyor. Film boyunca bunu yıkmaya karşı cümleler söylese de yine Ender ve Çetin’in korumasına muhtaç küçük bir kız olduğu ortaya çıkıyor.
Üç ana karakterin yanında filmde harika yan roller de var. Mesela Devrim Arabaları filminden tanıdığımız Taner Birsel’i Ender’in abisi olarak görüyoruz. 18 yaşında, annesi ve babasını trafik kazasında kaybeden ve 8 yaşındaki kardeşini büyüten, tüm bu sorumlulukların ise kendisini büyüttüğü ve yorduğu adamı başarıyla canlandırıyor. Hatta Çetin ve Ender’i bir süper ego edasıyla uyarıyor: “Kendinize mukayyet olun.”
Film dili, renk öğesi ve sahneleme
Filmin dili ve renklerin kullanımı çok akıllıca olmuş, gereksiz süslemelerden kaçınılmış. Filmde kullanılan simgeler çok minimal ve düzenli. Hiçbir kelime laf olsun diye söylenmiyor, yer yer sessizlik, bir dil olarak kullanılmış. Bu açıdan çok başarılı bir film olduğunu söyleyebiliriz. Filmde seçilen mekânların hepsi bir eşitlik içinde, bu da kendimizi evimizde hissetmemize sebep oluyor.
Peki, Ender ya da Çetin, Nihal’e olan duygularını açsalardı nasıl olurdu?
Ya da Nihal ile başka bir şekilde tanışsalardı, yine aynı duyguları hissederler miydi? Bunlar aklıma bu filmle ilgili gelen sorulardan birkaçı sadece.
Filmi izlerseniz, filmin sonunda bu soruları kendinize sorun ve yorumlarda bizimle paylaşın. Bir de Enderci mi yoksa Çetinci misiniz?
Bence ölmeden önce izleyeceğiniz filmler diye bir listeniz varsa, bu film listenizde olmalı.
Ankara’yı özlemeniz çok olası, ayrıca bu konuda da sizi uyarmalıyım.